DOĞANIN İNSANLA MÜCADELESİ
“Tarlaları ektik,
buğday yetişmedi. Toprak susuz kaldığı için hastalık başladı, böceklenme oldu.”
Bu sözler Trakya’da
buğday ve ayçiçek üretimi yapan bir çiftçiye aitti. Tıpkı Türkiye genelindeki
on binlerce çiftçide olduğu gibi o da kuraklıktan nasibini almıştı. Son
yıllarda iklim değişikliği, toprakların susuz kalması, yeterli ürün alınamaması
ile ilgili haberler sıklaştı.
Ara ara söylenen “Susuzluk
kapıda” sloganıyla tedirginlik gün geçtikçe artıyor. Belli ki ters giden şeyler
var.
Halbuki doğanın kendi
içinde muhteşem bir döngüsü vardır. Her canlı kendi yaşam sahasında üzerine
düşeni yapar. Solucan topraktan beslenirken aynı zamanda toprağı havalandırır.
Aslan avını yedikten sonra çekilir. Kalanı sonra yerim diye biriktirmez. Kalan
besinden diğer hayvanlar da nasibini alır. Arılar çiçek çiçek dolaşırken sadece
karnını doyurmaz. Aynı zamanda döllenme için polen taşır. Doğada çöp yoktur
çünkü doğanın atıkları mutlaka eksik bir yeri tamamlamak için dönüştürülür.
İnsanoğlu devreye
girdiğinde işin rengi değişmeye başladı.
Peki nasıl?
Sahip olduğumuzdan daha
fazlasını istedik…
Bizim kendimize yeten
bir tarlamız, yeterli mahsulümüz vardı. Tarla bir sene iyi ürün verirken, bir
sene az ürün verir, dinlenmeye geçerdi. Her aile kendine yetecek kadar eker
biçerdi. Sonra birileri daha çok kazanmak istedi. Daha fazlasını almak adına kullandığımız
ilaçlarla başladı bu öykü… Daha fazlasını aldık mı? Aldık. Hatta daha büyüğü ve
daha estetik olanını aldık. Pürüzsüz, parlak domateslerimiz oldu. Kışın bile
domates bulur olduk. Yılın sadece birkaç ayında yiyebildiğimiz çileğe her
elimizi attığımızda ulaşabildik. Beklemenin hakkını veremedik çünkü
sabredemedik. 10 senede almamız gereken ürünü, 2 senede aldık. Kalan 8 senenin
kıtlığını yaşamak kaldı bizlere. Böylece ne tarlamızdan verim alabildik ne de
yediğimizden tat alabildik. “Nerde o eski çileklerin tadı...” diye diye kendi
elimizle zehirlediğimiz ilaçlı meyveleri yedik.
Köy tavuklarımız vardı…
Ara ara yumurta veren. Doğadan koparıp kapalı alanlara hapsettik… Daha çok
yumurtamız oldu ama ne yumurta yumurta gibiydi ne de tavuk tavuk gibiydi.
Miktarı arttırdığımız her yerde gol yedik. Mesele miktar değil, yediklerimizin
bize olan faydasıydı…
Sağlığımız da bozuldu.
Kestirmeden gitmeye çalıştığımız durumlarda yolumuzu daha da uzattığımızı fark
edemedik…
Yanılgımız; yapıp
ettiğimizin yanımıza kâr kalacağını düşünmemizdi.
Doğadaki dengeyi
bozduğumuzda bundan en çok zarar gören bizler oluyoruz. Yapmamız gereken
doğanın düzenine uyumlanmak... Az da olsa temiz ürünler için uğraşmak… Miktar
arttırmaktan ziyade, elimizde olanlara sahip çıkmak...
Doğru tepki verdikçe
doğru sonuçlarla karşılaşırız.
Çünkü çölü suyla değil,
susuzluğa olan dayanıklılığımızla geçebiliriz.
İnsan hakkını arar, ömrü yettiği kadar…
Eylemleri de bu isteği kovalar...
Oysa hak eden olmak, hakkını aramaktan daha değerli değil midir?
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
Yorumlar
Yorum Gönder