KAKTÜS ÇİÇEĞİ
Geçen yıl tam da bu zamanlar,
hayatım kabusa dönmüştü. Neye elimi attıysam “Daha sonra tekrar deneyin.”
diyerek geri dönülüyor, diğer taraftan “Bu da mı gol değil?” diyen iç sesim
beni rahat bırakmıyordu.
Yaptığım işin bana uygun
olmadığını fark etmiş, başka bir alanda kendimi yetiştirmek üzere harekete
geçmiştim. Eskisinden farklı bir iş baktığımı düşünüyordum, oysa mesele işimle
ilgili değildi. Ben aslında insanlardan kaçmaya çalışıyordum… Anlayışsızlıktan
sıkılmış ve bunalmıştım… Ne tuhaftır ki
hayat da beni insanlarla dolu ve hep onlarla muhatap olacağım bir işin içine
göndermişti resmen...
O günlerde kendimi kurak çöllerde
su arayan zavallı bir bedevi gibi hissediyordum. İnsanların bencillikleri,
pardon ‘çöldeki güneş’ beni öyle bir yakıyordu ki, umudumu kaybettiğimin
farkında bile değildim. İnsanlara benciller diye kızıyordum ama ben de o
insanlardan birisiydim sonuçta… Şimdi anlıyorum ki; sadece güçsüz olduğum için
o zamanlar benim yapamadığımı yapanlara kızıyormuşum…
Bu kadar anlaşılmamak ya da
anlayanların da yanlış anlaması tüm hayat enerjimi emiyordu resmen. İnsanın
canı hiçbir şey çekmez mi? Karnım aç olsa da bazen yemek bile yemek
istemiyordum. Oysa tıpkı sıcak yemeği arzular gibi hayata karşı da iştahı
olmalı insanın. Bense zorunlu yapmam gerekenleri yapıyor ve kendime başka bir
şey düşünme izni vermeden hemen yatıyordum.
Bir sabah, balkonumda unuttuğum o
küçük kaktüs çiçeğini fark ettim. Açıkçası onu tamamen kaybettiğimi sanıyordum,
çünkü aylarca ne su vermiştim ne de bir selam… Her şeye rağmen orada duruyordu,
hala ayaktaydı ve minicikti belki iki cm boy atmıştı ama daha yakından bakınca
o da ne! İlgisiz bıraktığım minik çiçek bu duruma hiç aldırış etmeden yaşamını
devam ettirmiş, tam iki tane de tomurcuk vermişti.
Şaşırmıştım gerçekten: “Sen nasıl
bir canlısın? Başarısız olduğumda ya da istediğim ilgiyi göremeyince benim
modum düşüyor, beni anlamayanlarla beraber yaşamaktan depresyondayım. Sen bu
kadar yalnızlıkta ve sessizlikte çiçek açmaya mı hazırlandın?”
Ona baktığımda sanki hep aynıydı,
hiçbir şey değişmiyor gibi görünüyordu; aslında içten içe büyüyormuş meğer
sessiz ama kararlı… Çöllerdeki soydaşlarını düşündüm sonra. Bulunduğu ortama
uyum sağlayan ve bir çiçek açmak için yıllarca yağmurun düşmesini bekleyen… Her
şeye rağmen bağırıp çağırmadan şikâyet etmeden yaşayan ve zamanı geldiğinde de
çiçek açan, hem de en beklenmedik anda…
Nasıl da vazgeçmiyor nasıl da ümit var? Kendime sordum sonra: “Ben de böylesine dayanabilir miyim?”
Mutluluk, başarı veya iyi bir
ilişki arıyordum ama bunlara ulaşacağıma dair umudum olmazsa nasıl
ilerleyebilirdim ki?
Minik kaktüs bana şunu öğretti:
sabrettiğim sürece o çiçek bir gün açacak… Kuraklık sadece bir dönem olarak
kalacak, gelse de geçip gidecek… Yıllar sürse de yağmur yağdığında onca yıl
sadece bir an olacak…
Demek ki hayatımın kuraklık
dönemindeydim ve bir gün bitecekti; evet kaktüs değilim ama eminim şu anki
halimin daha iyisini yapabilirim…
Derken bir umut sardı içimi…
Bahardandır dedim ama kaktüsten bence…
Her kuraklıktan sonra bir bereket, her rahmetten sonra bir zahmet gelir. Döngünün varlığı umudun sebebi olur. Derler ya her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardır. Bir de kaktüsü çiçek açacak kadar sabredenler...
İnsan hakkını arar, ömrü yettiği kadar…
Eylemleri de bu isteği kovalar...
Oysa hak eden olmak, hakkını aramaktan daha değerli değil midir?
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
Sayenizde hedeflerine bir yenisi daha eklendi... Minik bir kaktüs olabilmek 🥰
YanıtlaSil