TEMELİ SAĞLAM OLMAYAN HAYATLAR
Şehrin yükselen mahallelerinden birinde, yan yana iki şantiye vardı. Biri göze batmazdı, işçiler sessizce çalışır, mühendis arada bir gelip ölçümleri yapar giderdi. Diğeri ise daha gürültülüydü; iş makineleri durmaksızın çalışır, işçiler bazen gece yarısına kadar bağırış çağırışla mesaiye devam ederdi. Bu iki şantiyenin sahipleri, aslında üniversite sıralarında yan yana oturmuş iki eski arkadaştı; Selim ve Hasan.
Selim, okulda hep detaycıydı. Betonun
karışım oranını saatlerce hesaplar, çizdiği statik hesapları defalarca kontrol
ederdi. Hasan ise projelere bütüncül bakardı, daha çok işin sonucu ile
ilgilenirdi.
“Abi tamam işte, taşıyor mu taşıyor.
Millet uzaya roket dikiyor? Binayı yap geç!” derdi hep.
Okuldan sonra yolları ayrıldı bu iki
arkadaşın. Selim küçük firmalarda çalıştı, işin her alanını öğrendi. On yılını
şantiye tozunun içinde geçirdi. Şimdiyse kendi firması vardı ama hâlâ sabah ilk
gelen, akşam en son çıkan oydu.
Hasan ise mezun olduktan kısa süre
sonra bir şekilde sermaye bulmuş, birkaç sözü geçen kişilerle arayı sıkı
tutmuştu. Müteahhitlikten zenginleşmek, onun için sadece zaman meselesiydi. Ve
öyle de oldu, 6 yılda 18 bina inşa etti. Her biri göz alıcıydı ama detayda
kalitesi azdı.
Bir gün bir binanın inşasında
karşılaştılar. Hasan, her zamanki gibi kalabalığın ortasında parlıyordu.
Selim’i görünce dudak bükerek yanına geldi:
- Ooo Selim Bey, hâlâ mı o eski usül? Kolonları sevip okşayarak mı dikiyorsun binayı? Hızlı ol biraz yahu. Biz şehir dikiyoruz sen hâlâ köy evi derdindesin.
Selim sakin ve emindi:
+ Ben sadece bir ev değil, yuva
yapıyorum insanlara. Bir evin temeli ne kadar sağlamsa o yuvanın temeli de o
kadar sağlam olur.
Hasan güldü ve küçümseyerek:
- Sen temele bak Selim, ben de
bakıyorum tabi ama hayır kurumu da değilim nihayetinde daire başına düşen kâr
marjına da bakıyorum. Bakalım kim daha uzun yaşayacak bu sektörde.
3 yıl sonra, soğuk bir Şubat sabahı, şehrin
kalbi 6.9 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte,
televizyonlarda birbiri ardına görüntüler akmaya başladı. Yıkılan binalar,
enkaz altında kalan insanlar, ağlayan çocuklar, koşuşturan kurtarma ekipleri…
Ve sonra bir liste yayımlandı. Yıkılan
binaların isimleri ve sorumlu müteahhitler.
Hasan’ın yaptığı 11 binanın 9’u
tamamen çökmüştü.
Diğer ikisi ağır hasarlıydı. Toplam
124 kişi ölmüştü.
Gözaltına alınıp götürüldüğü emniyet
binasındaki televizyonda haberlere rastlamıştı. Selim konuşma yapıyor ve
binalarından bahsediyordu.
Selim’in yaptığı 6 binada tek bir
çatlak dahi yoktu. Kiracılar, ev sahipleri sosyal medyada onun adını paylaşarak
teşekkür ediyordu.
Aylar sonra Selim yardım için bir
adliyeye geldiğinde Hasan’la karşılaştı. Artık aralarında kameralar, polisler
ve soğuk duvarlar vardı. Hasan’ın gözlerinin altı çökmüş, saçları beyazlamıştı.
Bir zamanlar dalga geçtiği adamın,
şimdi adını her yerde saygıyla anıldığını izlemek, Hasan için acı verici ama en
büyük ders olmuştu.
Hızlı kazanan, büyük kaybeder, ancak
insanlar bunu anlamak için ne yazık ki geç kalırlar. Anlık kazançlarının
peşinden koşanlar elde ettikleri kazançlarının, hep böyle devam edecek
sanırlar. Bu daha büyük bir yanılgıdır. Çünkü temelleri zayıf olan binayı nasıl
kolonlar taşıyamıyorsa, emekleri yetmeyen, insanı da hayat çok yükseklerde tutmaz.
Bu sebeple insan sonuca ulaşana kadar
yapıp ettiklerine dikkat etmeli, çünkü temelimizi ne kadar sağlam atarsak her
sarsıntıda yıkılmaz, dimdik ayakta kalırız.
İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı değişmedi.
Aynadaki kişi...
En büyük fatura yapıp ettiklerimizin yüzünden öderiz 😞
YanıtlaSilAnlık kazançların peşinden gidenler, emeksiz sürekli kazanacağını zanneder…
YanıtlaSilKaleminize sağlık, teşekkürler 🍀
Anlık kazançların peşinden gidenler, emeksiz kazanacakların zannedenler…
YanıtlaSilKaleminize sağlık teşekkürler :)
Doğru mu yapıyorum yanlış mı yapıyorum? Nereye doğru gidiyorum? Bu soruları kendine sormaz ve dorğu ölçümler elinde olmazsa sonunda başına ne geleceğini de bilemez insan. Başı tatlı sonu acı öykülerde adı geçer.
YanıtlaSilemekleri yetmeyen, insanı da hayat çok yükseklerde tutmaz.
YanıtlaSilne çok şey anlatıyor.. bir cümlenin içinde koskoca bir hayatın stratejisi var...
“Temelleri zayıf olan binayı nasıl kolonlar taşıyamıyorsa, emekleri yetmeyen, insanı da hayat çok yükseklerde tutmaz.” Ne doğru bi metafor. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSil