TESLİMİYET
“Offf anne ya! Nerde kaldı çorba? Ezan okundu ama, hadi.
Bütün gün oruç tuttum ben, ne kadar zorlandım biliyor musun?” diye söylenmeye
başlamıştı Elif.
“Geldim annecim geldim, kıyamam sana, sen hemen suyunu iç
şimdi geliyor çorba.” diye cevap verdi Suzan. Ramazan’da aç kalmak Elif’i çok
geriyordu. Henüz 17 yaşındaydı ve birkaç Ramazandır çok zorlanıyordu: “Ay her
şey tamam da açlık çok zor, her şeye dayanırım ama yemek konusuna dayanamıyorum.
Boğa burcu olmam nedeniyle olsa gerek.”
Kendisini dirayetsiz gördüğü bu durumun sebebinin kendisinden
kaynaklanacağını düşünmeyip, burcuna bağlamak kolay geliyordu. Eskiden böyle
değildi. Çocukken ailesi “Sen küçüksün yavrum tutmasan da olur.” demesine
rağmen “Hayır ben de tutacağım, beni sahura kaldırmazsanız bakın bu sefer size
küserim, lütfen anne lütfennnn.” diye ısrar ederdi. Israrlarına dayanamayan
ailesi onu da sahura kaldırıyordu. İlginçtir ki küçük yaşta olmasına rağmen
zorlanmadan orucunu tutardı. Peki şimdi ne değişmişti?
İftar yapıldıktan sonra tatlı ve çay faslına geçilmiş, bir
yandan da televizyonda haberler izleniyordu. İftardan sonra çay önemliydi, Elif’in
annesi Suzan da tüm gün bunu bekliyordu. Haberlerde bir başlık vardı, “Ateşkes
yapılmasına rağmen ihlaller sürüyor...” Sonra bir çocuğun görüntüsü çıktı
ekrana, “Yardımların kesilmesinin Ramazan ayında olması üzerimizde önemli bir
baskı oluşturuyor. Bunu daha önce de yaptılar, olsun şimdi kısa bir süre de
olsa nefes aldık. 1 haftalık yiyecek dahi kalmış olsa biz bunun üstesinden
geliriz.” diyordu. Suzan bir yandan çayını yudumlarken “Çocuğun yaşı 10-11 olsa
gerek, bu nasıl olgun bir konuşma, bir de nasıl tebessümlü, kendinden emin ve
baskıya dayanıklı, bizimki ise çorba geciktiğinde beni azarlıyor… Ahh sanki ben
farklıyım, çay olmadan nasıl yaşanır bilemem deyip dururdum. Bu çocuktaki
dayanıklılık ve teslimiyet nasıl olabiliyor? O çocuk da açlık yaşıyor ama
ondaki dayanıklılık biz de yok maalesef.” diyerek düşüncelere daldı...
Peki bu dayanıklılık neye göre gelişiyor olabilir? Aslında
“Ben buna dayanamam, ben asla şunu yapamam.” dediği şeylerin kendisine koyduğu
bir sınır olduğunu sonradan fark ediyor insan. Baskıya dayanıklılık gerek,
açlık, susuzluk, gerek çaysızlık olsun fark etmeksizin aslında insanın ölçüsünü
kendisinin koyabileceği bir şey. Yeter ki insan kendi potansiyelini bilsin,
kendisini tanısın. İnsan ancak doğruya göre yaşadığında potansiyelini
gerçekleştirebilir. Aksi halde her zorluk ve baskıda dününden daha kötü bir
hale gelebilir. Doğru şeyleri normalimiz yapamadığımızda o an için normal gelen
şeyler doğrumuz olur. Oysa doğrunun istisnası olmaz. Yoksa “Ben asla şunsuz
yapamam.” dediğimiz şeylerin yokluğunu yaşamak zorunda kaldığımızda nasıl doğru
kararlar alabiliriz ki? Dayanıklılığımızın ölçüsü doğruysa o zaman gücümüz de
ona göre olur. Ölçü doğruya göre olunca
insanın isteyince varabileceği o yer de teslimiyet ile olacaktır.
İnsan hakkını arar, ömrü yettiği kadar…
Eylemleri de bu isteği kovalar...
Oysa hak eden olmak, hakkını aramaktan daha değerli değil midir?
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
İnsan kendi ölçüsünü her zaman doğru zannediyor halbuki yanlışı doğru sayınca bakiye eksiye dönüyor da farkına varamıyoruz.
YanıtlaSilDoğru şeyleri normalimiz yapmak... Ne kadarda üzerine düşünmek gereken bir cümle... elinize sağlık
YanıtlaSil:( İnşallah bunu yapmaya çalışanlardan oluruz. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilBaskı gelmeden dayanıklı olabilmek lazım...
YanıtlaSil“Doğruyu normalimiz yapamadığımızda, andaki normaller doğrumuz olur.”
YanıtlaSilDüşündürücü bir yazı olmuş, kalemize sağlık 🍃
Kesinlikle 👍👍👍
YanıtlaSil