Venedik Gondolu
Sabah gözünü açtığında tavana bakıp garip bir hisle sağına döndü. O gün gelmişti. Uzun yıllardır çalıştığı şirketten ayrılacak ve 2 aydır flörtleştiği piyasanın en iyisine transfer olacaktı. Daha iyi bir maaş, daha iyi bir pozisyon, çok daha iyi özlük hakları… Bunları düşünüp motive ediyordu kendini.
İşin tuhaf tarafı bu kadar mükemmel bir görünen tabloda neden kendini motive etmek zorunda olduğunu anlayamıyordu. Sonuçta duyduğu, bildiği, gördüğü ve görmediği herkesin hayallerini süsleyen o koltuk onun olacaktı.
O sırada çalan telefonla irkildi. Arayan eskilerden arkadaşı Seçil’di. Ağlamaklı bir ses tonuyla hemen görüntülü görüşmek istediğini söylüyordu. Evlenip dünyanın öbür ucunda bir hayat kurmuştu kendine. Peşine takılıp gittiği o eşsiz kocası ne yapmıştı yine kim bilir… Bu sefer iş ciddiydi ki sabahın 6 buçuğunda görüşeceklerdi.
Sabahlığını giyip geçti bilgisayarın başına ama daha
2. dakikasından konuşma sonuna kadar ağladı Seçil.
“İki ay ya 2 koca ay… İnsan hiç mi anlamaz! Buluşmuşlar, görüşmüşler hiç fark etmememişim! Tartışırken kayış koptu… Ağzından çıkanları bi duysan, daha genç, daha güzelmiş de anlayışlıymış da… Özrü kabahatinden büyük. Hayır, kötüydük madem o zaman git ayrıl. Sonra ne yapıyorsan yap, ama olur mu, beyefendi öbür filikayı ayarlamadan kayığından inemedi!“
Seçil anlattıkça, içi bir fena oluyordu. Bir şekilde onu teselli etti kapattı ama bu defa kendisi alt üst olmuştu. İçindeki garip hissin neden olduğunu kendine itiraf edemiyordu… Ancak bunca yıllık şirketinin haberinin olmadığı o şaşalı yeni iş teklifiyle olan flörtünü duyan emektar şirketi gibiydi Seçil’in isyanı.
Firması ete kemiğe bürünse, dile gelse söyleyecekleri Seçil’den farklı mı olacaktı? “Sana gitme mi diyecektik, bari haberimiz olsaydı, arkamızdan iş çevirince güzel mi oldu şimdi?“
“Ama iş çok iyiydi, kimsenin hayır diyemeyeceği o teklife nasıl ben…” diye içinden geçirirken, Seçil’in eşinin sevgilisini övmesi kulaklarında çınladı.
Birilerinin çok istediği o koltuk, bırak yaş almışını, gençlerin bile hayalindeki o sevgili… Başkalarının ölüp bittiği o seçenekler, seçmeyenin enayi hissettirildiği o fırsatlar bizim için felaketin eşiği olamaz mıydı? Hem de nasıl olurdu!
Bir kayıkla vedalaşmadan öbür kayığa ayak atmaya
çalışmak demek hayatımın fırsatını yakalayayım derken sırılsıklam olup,
boğulmanın eşiğine gelmeme kapı aralamaz mı?
“Amaaa diğer kayık çok güzel…”
Elindeki kayığa vedası böyle olanın bineceği Venedik gondolu olsa hayır gelir mi ki?
İnsanoğlu, yer yüzünde var olduğu günden beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi...
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
Çok güzel bir bağlantı kurmuşsunuz. Hakikaten öyle. Ama o kadar normal ki çalışma hayatında. Elinize sağlık
YanıtlaSilİnsan elindekinin değerini düşünmeden isteklerine kapılıp gitmesi '' Midyata pirinçe giderken evdeki bulgur 'dan olmak mı '' oluyordu ?
YanıtlaSilHer son yeni bir başlangıçtır
YanıtlaSilİmajını nasıl yaptığına bakmalı insan🌸
İnsanoğlu emek ettiği şeylerin peşine düşmeli ki hayatta sürekliliği olsun
YanıtlaSilKaleminize sağlık,çok güzel bir yazı olmuş...
YanıtlaSilHayat bize nasıl da işaretini gönderiyor
YanıtlaSil